Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Ruhaniyetli şehrin ölümü

Yazının Giriş Tarihi: 27.08.2024 16:16
Yazının Güncellenme Tarihi: 20.11.2024 18:03

Evliya Çelebi sadece bir seyyah değil aynı zamanda iyi bir sosyologdur.

Objektiftir. Olay ve olguları olduğu gibi aktarır.

Belagatı, güçlü, çekici ve güzeldir.

Bursa’dan bahsederken adeta cennetten bir köşeyi anlatır gibi anlatır.

Haklıdır da.

Suların yerden oynaşarak fışkırdığı, envai ürünün kendiliğinden yetiştiği, doğal ve tarihi yapıların insan psikolojisinde yaratmış olduğu etkilerinden dolayı Bursa’yı “ruhaniyetli” bir yer olarak tasvir eder.

Sadece Evliya Çelebi değil, Bursa’yı gören bütün seyyahlar bu doğal güzelliğe hem şahitlik ederler hem de methiyeler dizerler.

Evliya Çelebi’den yaklaşık olarak 250 yıl sonra Ahmet Hamdi Tanpınar da aynı duyguyla Bursa’yı anlatır.  Ovanın yeşili, göğün mavisi, mimarilerin en ilahîsini ve tarihi taşlarda gülen rüyayı güvercin bakışlı bir sessizlikte derinden biz fanilere terennüm eder.

Maalesef zamanla yanlış sanayileşme politikaları sonucunda genelde Marmara ve özelde ise Bursa’nın kaderi değişir.

Kırsal alanda fazla olan işgücü şehre akar. Şehirler bu göçün altından kalkamaz olurlar. Gecekondulaşma alır başını gider ve şehirler büyük bir yara alır.

Kırsaldan gelen ilk nesil şehirleşmeyi pek fazla önemsemez. Öncelik olarak geçimlerini sağlayacak ve başlarını koyacak bir yer arayışı içinde olurlar.

Şehirleşmeyi, zenginleşmenin aracı olarak görmeye başlarlar.

Zenginleşmeyi de meta sahipliğine indirgemek olarak görürler.

Bu durumu fakirliğin bir işareti olarak değil, zenginliğin bir işareti olarak okurlar. Böylece hem yaşamın coşkusundan hem de kültürel değerlerden yoksun kalırlar.

Merkezi ve yerel idareciler asli konularla değil, tali ve günübirlik çözümlerle şehre yaklaşmaya çalıştıkları için ileride telafisi mümkün olmayan yeni problemler ortaya çıkar.

Yerel idareciler zenginliği; düşünsel yetilerden ayrı tutarak, mekânsal planlama estetiğinden arındırarak, sosyal etkinliklerden uzak tutarak, kültürel yaşamdan izole ederek ve doğal güzelliklerden yoksun bırakarak sahip olunacak bir şeymiş gibi yaklaşmaya çalıştılar.

Şehirlerimizde “aidiyet bilinci”nin olmayışı bunun bir göstergesidir.

Doğru dürüst şehirleşmeyi başarmış olsaydık, bugün çok farklı bir yerde olurduk.

Yanlış şehirleşmeye izin verenler, ellerinden nelerin kayıp gittiğinin farkında bile olmadılar. Toplum fakirleşti, asalet kayboldu, doğa tahrip edildi, kamunun etkinliği azaldı. Rant sahibi olanlar şehrin yönetiminde söz sahibi oldular. Kentsel estetik duygusu kayboldu.

Bir yerin havası kötü, suları içilmiyor, denizine girilmiyor ve doğal güzellikleri yok edilmiş ise kimse orayı yurt belleyemez, sahiplenmez ve oraya karşı aidiyet duygusunu da besleyemez.

İlmi bir realitedir. Bir şeyi kendi doğal güzelliğinden mahrum bırakırsanız, o şeyin mukayeseli üstünlüğünü de öldürmüş olursunuz.

Sahipsizlik, ölü toprağı gibidir. Kimse zorunlu olmadığı müddetçe oraya gidip yerleşmek bile istemez.

Bugün şehirlerimiz bu hastalığın pençesinde adeta kıvranıyorlar.

Bursa bir zamanlar, cennetten bir parça olarak Anadolu insanının tahayyülünde yer edinirken,  bugün ise doğal güzelliği yok edilmiş bir sanayi şehri olarak hafızalarda yer ediniyor.

Bursa sahibi olmayan bir şehirdir!

Asaleti kaybolmuş, masumiyeti yok edilmiş ve her türlü işgale maruz bırakılmış bir şehirdir.

Ovası betona, dağları maden ocaklarına, zelal suları ise sanayi atıklarına terkedilmiş haldedir.

Marka yaratamamış, katma değeri düşük ve fason üretimine kurban edilmiş; güzelim ovaları, tarihi dokuları ve doğal güzellikleri birer birer elimizde buharlaşıp yok oluyor.

Adeta Detroit şehri gibi “ölü bir şehir” görüntüsünü arz ediyor!

Şehirleşme açısından ilginç bir paradoks yaşıyoruz. Çalıştığımız yer ile yaşadığımız mekanın (ev)  mimari planlamasına baktığımızda, sanayi bölgelerinin daha düzgün bir mimari yapıya sahip olduklarını görüyoruz.  Sanayi bölgelerinin en azından yatay mimariye, geniş caddelere ve etkin bir yönetim mantığına sahip olduklarını görüyoruz.

Oysa bugün şehirlerimizi kimlerin yönettiği bile belli değildir.

Merkezi yapı ile yerel yönetimlerin görevleri adeta iç içe geçmiş durumdadır.

Yetki ve sorumlukların belli olmadığı bir yerde, düzgün kentleşmenin olamayacağı aşikardır.

Kentin ne olduğu, Kentleşmenin neye tekabül ettiğini bilmeden bir amele gibi her tarafa beton, demir ve asfalt dökerek mekânsal planlama yaptığımızı sanıyoruz.

Ondan sonra da havanın kirliliğinden ve trafiğin sıkışıklığından bahsetmeye başlıyoruz. Onun için kaliteli ve nitelikli insan/ turist ülkemize gelmiyor.

Doğal ve beşeri yaşamın coşkusundan mahrum olan bir yere ancak geçimini sağlamaya çalışan kesimler göç ederler.

Bir yerleşim yerinin üretimin merkezi olması, o mekanı yaşanabilir kılmayı göstermez. Ahır da üretimin merkezidir, ama orada kimse yaşamak istemez.

Bugün elimizde az kalan ovalara, su havzalarına ve yeşil alanlara kirletici sanayileri veya sanayi bölgeleri taşımaya çalışmak geleceği yok etmektir.

Ahmet Hamdi Tanpınar bugün mezarından kalkmış olsaydı, “Beş Şehir  içinde saydığı o “ruhaniyetli şehir” diye tanımladığı Bursa’yı görseydi, büyük bir ihtimal ile kırmızı bir kalem ile üstünü çizer ve  kitabına bile almazdı…

Günümüzde Bursa’nın suyundan, toprağından ve diğer doğal kaynaklarında zenginleşenlerin unuttukları bir şey vardır.

Bursa tarihtir, Bursa Osmanlıdır ve Bursa cumhuriyettir!

Bursa’yı bugün kurtaracak olan sanayi değildir. 

Bir şehri “şehir” yapan o yerin bize sunmuş olduğu mekânsal planlamanın konforudur.

Bursa’yı “yaşanabilir bir şehir” yapmadıktan sonra kazanmanın bir anlamı yoktur.

Zenginliğin kimselerin bizden alamayacağı değerler bütünlüğü olduğunu idrak etmiş olsaydık, bu gün muasır medeniyetler liginde olurduk.

Göçebe kültürünün bittiği bir dünyadayız.

Artık gidilecek ve konulacak başka bir yerimiz yoktur.

Ya yaşadığımız yeri güzelleştireceğiz yada Hindistan /Bangladeş gibi her türlü pisliğin yuvalandığı kirli şehirlerde miadımızı doldurup gideceğiz.

Ülke olarak şehirleşme açısından bir yol ayrımındayız.

Çocuklarımızın yürüyerek okullara gittiği, yaşlılarımızın sevinçle ömürlerini geçirebilecek ortamlara, gençlerimizin eğlenebilecekleri ve spor yapacakları alanlara; sağlıklı barınma, gıda ve ulaşım ağına, erişilebilir alt yapılara ve geceleri temiz esen rüzgârlara, derelerde balıkların oynaştığı sulara, herkesin kendi evinin önünde gölgelenebileceği yeşil alanlara ve yeşilliğin sadece orta revüjlere hapsedilmediği bir şehirleşme anlayışına ihtiyacımız vardır.

Yaşam coşkusunun attığı, insan faaliyetlerinin ve doğal çevrenin bir bütün olarak uyumlu bir şekilde harmanlandığı, planlandığı yerleşim yerlerine ihtiyacımız vardır.

Kentsel estetik lokal bir uğraş değil, yaşamın bir bütünlüğünü kapsayan disipliner bir bilimdir.

Günümüz idarecilerinin bunu anlamaları gerekiyor.

Sadece yerel birimlerin, belediye başkanlarının altında kalkabilecekleri bir konu olmadığını millet olarak idrak etmeliyiz.

Yanlış kentleşme olgusuna karşı toplum olarak  “dur” demeyi bilmeliyiz.

Şehirleşme, artık ülkemiz açısında, “milli” bir mesele konusu olmalıdır.

Şehirler, bir toplumun görünür kimlikleridir.

Çünkü medeniyet şehirden başlar ve bizi diğerlerinden ayıran tek alameti farikamızdır!..

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.